Çanakkale Geçilmez...

Çanakkale Geçilmez...

SEYİT ONBAŞI

Çanakkale Boğaz Muharebesi’nin en önemli isimlerden birisi hiç şüphesiz Rumeli

Mecidiye Tabyası’ndan görevli Seyit Onbaşı’dır. Görev yaptığı topun vinç kolunun bozulması

nedeniyle, tabyasındaki ağır toplardan kaldırarak işlemez hale gelen topunun atışını devam

ettirmişti. Seyit Onbaşı,1936 yılında kendisi ile yapılan mülakatta 18 Mart 1915 tarihini şöyle

anlatmıştı:

“Düşman gemileri güdük ayın [Şubat] son günlerinde bir yol Boğazı’ı zorlamış ve

boyunun ölçüsünü almıştı. 5 Mart [18 Mart 1915] günü idi. Ben Kilitbahir Mecidiyesi’ndeki

uzun 24’lüklerin üçüncü topunda idim. Ortalık yeni ağarıyordu. Tarassutlar boğazın ağzında

düşman gemilerinin bugün fazlalaşmakta olduğunu kumandana bildiriyordu. Bizim her şeyimiz

tekmildi. Tam saat sekizde boğaz tarafından doğru bir gümbürtü koptu amma bu evvelkilerine

hiç benzemiyordu. Düşman bu sefer çok şiddetli ateş açmıştı. Biz de mukabele ediyorduk. Bir

aralık bizim tabyayı buldurur gibi oldu. Önce birkaç gülle tepemizden aşarak denize düştü.

Sonra önümüzde deniz sularını minareler gibi havaya kaldırdı. Bir aralık toz duman içinde

kaldık. Ortalık azıcık yatışınca ne oldu ki diye bir bakındım. 38’lik bir düşman mermisi bizi

biraz körlemiş. Büyük bir çukur açarak sağa sola zarar yapmıştı. Topun mataforası kırılmış,

ihtiyat mermi yolunu bozmuştu. Asıl yol sağlamdı. Yalnız toprak altında kalmıştı. Topumuza

çok şükür bir zarar olmamıştı. Hemen yolu temizledik. Toprak altında kalan çavuşumuzu

kurtardık amma ondan ümit kalmamıştı. Sade soluyordu o kadar.

Onu hemen geriye gönderdik. Bu sırada kumandan bir kırılan matafora koluna, bir de

boğaza doğru bakıyordu. Ben de baktım. Boğaza doğru. Ne göreyim, düşman gemileri ağır ağır

içeriye girmiyor mu? Hemen geriye fırlayarak araba üzerinde duran koca merminin başında

boyunlarını bükmüş bakmakta olan arkadaşları araladım. Bir kere mermiyi kucaklayacak

oldum, yağlı olduğundan elimden kaydı. Elimi biraz topraklayarak bir dizimi yere koydum ve

mermiyi sırtladım. Kendimi topun ağzında buldum. Merdivenleri ilk defa nasıl çıktığımı

hatırlamıyorum. Gene aşağıya atlayarak 2., 3., 4., mermileri sıra ile taşımaya başladım. Kısa bir

zaman sustuktan sonra aslan topumuz gene gürlemeye başlamıştı. 4. mermiyi attıktan biraz

sonra idi.

Gonca Suyu tarassut mevkii, iki mermimizin isabetini bildirmişti. Bu haberi de

duyduktan sonra bana gülleler ufak bir saman çuvalı kadar yenik [hafif] geliyordu. Bir aralık

kumandan artık yeter yoruldun Seyit gel bak düşman kaçıyor diye beni tarassut yerine çağırdı.

Şunu da çıkarayım beyim de gelirim dedim. Ve son gülleyi de çıkardım. Sonra kumandanın

yanına vardım. Sanki denizin üzeri yanıyordu. Sağda solda iki gemi kara dumanlar, kızıl alevler

içinde yana yana batıyordu. Bu sıra biri daha tutuştu. Arkadakiler dönmeye bile vakit bulmadan

geri geri giderek boğazdan çıktılar. Benim görebildiğim bu kadardı. İleride bizim Rumeli

yakasında kim bilir neler oluyordu? Sonra öğrendik ki düşmanın beş gemisi [3 olacak] batmış

ve yalnız bize o gün düşman gemileri 723 mermi sallamıştı. Öte yanını siz düşünün. Bu kadar

gürültüde bize çok az zarar olmuştu. Amma o gün akşamüzeri denizden epey de balık

toplamıştık.

Sonra da yalnız Türklere has olan koyu bir tevazula:

-İşte bu kadar, dedi. Muradına erdin mi? Bunu yazacak ne var sankim?

-Seyit sana madalya falan verdiler mi?

-Bir gün beni çağırdılar, bunu sana Alman generali gönderdi dediler, göğsüme bir

madalya taktılar.

-Resmini o gün mü çektiler?

-Çocuk musun efendi be, o gürültüde yanımıza resimci mi sokulabilirdi? Bir hafta sonra

paşalarla beraber bizim tabyaya bir resim zabiti geldi de o çekti.

-Sana da verdiler mi?

-Resim çektikten bir hafta kadar sonra bir gün beni kumandan çağırdı. “Bak Seyit” dedi

“Al, bu senindir.” Bir de ne göreyim? Bir ufak kitap. Ta başta benim resmim. Hırslandım.

Resmim başa konacak adam mıydım ben? Bir de içini açtım. Daha birçokları var. Onları

görünce ferahladım amma.benim resmim başta diye bir türlü ısınamadım. O kitap daha sonra

kayboldu.”

KINALI HASAN’A MEKTUP

Çanakkale köylerinden her gün yüzlerce genç, savaşa katılmak üzere toplanmaktadır.

Acemi askerlerin eğitim ve teçhizatı tamamlandıktan sonra cepheye gönderilmektedir. Yüzbaşı

Sırrı Bey, ikindi vakti yeni gelen erleri teftiş ederken, içlerinden bir tanesinin saçının kınalanmış

olduğunu görür ve takılır:

-Hiç erkek kınalanır mı?

Mehmetçik:

-Buraya gelmeden evvel, anam kınalamıştı, komutanım, der ve sebebini bilmediğini

ilave eder, Komutanın isteği üzerine anasına yazdığı mektupta:

-Niye benim saçlarımı kınaladın?” diye sorar. Gelen cevabî mektupta ise şunlar

yazılıdır:

-Ey gözümün nuru Hasan’ım, köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi

içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın… Ben, senin anan

isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü. Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın

ekmeği iliklerinde duruyor… Sen, bu ailenin seçilmiş bir kurbanısın…

Hasan’ım söyle zabit efendiye… Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır…

Bende seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçlarını kınalamıştım…

Allah’ın hükmüyle, Allah seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın. Seni melekler

rahmetle anacaktır.

Gözlerinden öperim.

18.03.2024 24

18-03-202418-03-202418-03-202418-03-202418-03-202418-03-202418-03-202418-03-202418-03-2024